ÇATALHÖYÜK
9 Bin Yıllık Buğday
Moleküler filogenetik analizler sayesinde modern bitki ve hayvan türlerinin genetik özellikleri eski dönemlere ait ilk evcil hayvan ve ilk tarıma alınmış bitki türlerinden alınan DNA ile karşılaştırılıyor. Bu sayede türlerin ataları, geldikleri coğrafya, bugüne kadar geçirdikleri değişim ve yayılım alanları anlaşılabiliyor.
9 Bin Yıllık Buğday
Moleküler filogenetik analizler sayesinde modern bitki ve hayvan türlerinin genetik özellikleri eski dönemlere ait ilk evcil hayvan ve ilk tarıma alınmış bitki türlerinden alınan DNA ile karşılaştırılıyor. Bu sayede türlerin ataları, geldikleri coğrafya, bugüne kadar geçirdikleri değişim ve yayılım alanları anlaşılabiliyor.
(Makarnalık buğday (Triticum durum), ekmeklik buğday (Triticum aestivum), Diyarbakır Karacadağ’da yetişen ve tüm einkorn buğdaylarının atası olan einkorn-yabani kaplıca buğdayı (Triticum monococcum) (soldan sağa).
Çatalhöyük'te yaklaşık 9 bin yıl öncesine ait evlerin içinde bulunan ekmeklik buğdayın varlığını ilk kez ispatlayan moleküler filogenetik çalışmaları ODTÜ Kimya Bölümü, Biyokimya ve Biyoteknoloji Enstitüsü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mahinur Akkaya ve ekibi tarafından yapıldı. Bu sonuç, Neolitik dönemde Çatalhöyük'te yaşamış insan topluluklarının ekmeklik iyi kalitede buğdayı yetiştirdiklerini ve besin olarak tükettiklerini gösteriyor. Prof. Akkaya'nın çalışmasında elde edilen DNA, şimdiye kadar analizi yapılanlar içinde en eski tarihe ait olanı. Neolitik dönemde tahılın ekmek yapımında kullanıldığı ihtimalini güçlendiren bir buluş. Işık mikroskopu ile yapılan makrobotanik analizler her zaman bitki türünü kesin olarak vermiyor. Makarnalık buğday (Triticum durum) ile ekmeklik buğdayın tane olarak birbirinden ayrımı da bu analizle çok zor. Ancak moleküler filogenetik araştırmalar bu ayrımı sağlıyor. Daha önce yapılan arkeobotanik analiz sonuçlarından Çatalhöyük'te ekmeklik buğdaya ait rakis segmentlerinin (saman artıkları) varlığı biliniyordu ancak tahıl tanesi olarak varlığı anlaşılamamıştı.
Ekmek yapımında kullanılan ekmeklik buğday, ataları olan yabani türlerin melezleme yolu ile insan tarafından tarıma alınıp genlerinin değiştirilmesiyle ortaya çıktı. Tarıma geçiş yapılan ve Neolitik dönem adıyla anılan ilk dönemlerde insan topluluklarının buğdayı daha çok lapa yaparak veya pilav gibi pişirerek tükettiği düşünülmüş, ekmek yapımına daha sonraki dönemlerde geçildiği varsayımı ağırlık kazanmıştı. Daha önce Diyarbakır ilindeki Kara-cadağ eteklerinde yabani kaplıca (einkorn-Triticum monococcum subsp. boeoticum) buğdayının bütün tarıma alınmış einkorn buğdaylarının atası olduğu Almanya'nın Max Planck Enstitüsü'nde yapılan DNA analizleri sonucunda saptandı. İlginç bir şekilde makarnalık buğdayın ataları (Triticum diccocoides, yabani siyez buğdayı-yabani emmer buğdayı) bu dağda yetişiyor. Caferhöyük, Çayönü ve Nevalı Çori gibi ilk tarım aktivitelerinin başladığı eski yerleşim birimlerinden elde edilen arkeolojik veriler kaplıca buğday ve makarnalık buğday türlerinin tarımının ilk kez Karacadağ yakınlarında yapıldığını gösteriyor. Yine Aegilops squarrosa yabanıl türün kültüre alınmış ekmeklik buğdaylara D genomunu aktaran ataları Türkiye'de Güneydoğu Anadolu'da yetişiyor. Ekmeklik buğdaya özgü D genomu, bu türü makarnalık buğdaydan ayırıyor. Aynı makarnalık buğday gibi, ekmeklik buğday da muhtemelen ilk kez Yakındoğu'da tarıma alındığı dönemden itibaren Avrupa'ya ve Balkanlar'a yayılım gösterdi. Ekmeklik buğday Avrupa'da Neolitik ve Bronz Çağı dönemlerinde başlıca tahıl ürünü oldu. Bu nedenle ekmeklik buğdayın kökenlerine yönelik bulgular, tarımın Yakındoğu ve Avrupa'da yayılımında rol oynadığı düşünülen genlerin değişimine ve ilk kez hangi alanlarda tarıma alındığına da ışık tutacak.
YAZI: AYLAN ERKAL / ATLAS TEMMUZ 2008, SAYI 184
KERPİÇTEN TARİH
Yaklaşık 2.5 milyon yıl önce ilk taş aletleri yapmaya başlayan insan biyolojik evrimin yanı sıra kültürel evrim sürecine girdi. Başarısının özünde alet yapması ve yeteneklerini geliştirme çabası yatıyordu.
İran'ın en önemli kültürel değerlerinden, kerpiçten Bem Kalesi ve kenti 2003 yılında depremle büyük hasar gördü. Fotoğraftaki muhteşem kerpiç yapılar artık yok. Bunun sonucu olarak barınma ihtiyacını ilk önce mağara, kaya sığınağı gibi doğada hazır bulunan ortamlara sığınarak giderdi. Aslında bu çevresindeki diğer canlıların yaptığından pek farklı değildi. Ancak zamanla taş dizileri ya da üzeri deri kaplı hayvan kemiklerinden, dallardan basit yapılar inşa etmeye başladı. Yaklaşık 12 bin yıl önce, iklimdeki değişime paralel olarak beslenme ekonomisinde de köklü değişiklikler yaşandı. Avcı ve toplayıcılığa dayalı beslenme alışkanlığı zamanla tarım ve hayvan besiciliğine dönüştü. Bu dönemde artık basit barınaklardan oluşan geçici yerleşmelerin yerini sabit köyler almıştı. Öncesinde olduğu gibi insan yine doğa ile işbirliği içindeydi ve onun sunduğu malzemeyi işleyerek boşluğu sınırlıyor, konutlar inşa ediyordu. Malzemesi rahatlıkla ulaştığı taş, çamur ve ağaçtı. Bunlar arasında çamur dünyanın hemen hemen her yerinde en ucuz ve en kolay ulaşılanıydı. Mimarlık tarihçileri çamura, dolayısı ile kile dayalı mimariyi insanoğlunun akıl ettiği en zekice buluş olarak kabul eder. Yerleşik yaşam ile birlikte kilin kullanımına ilişkin verilerin sayısı artar. Kil doğal bir malzemedir ve herhangi bir katkıya ya da işleme ihtiyaç duymadan kullanılabilir. Kerpiç elde etmek için ise kile bilinçli olarak kum, saman ya da hayvan kılı gibi katkı yapılması gerekir.Kerpicin kullanımına ilişkin ilk kanıtlar 10 bin yıl öncesine, Neolitik Çağ'ın başlarına dayanır. Başlangıçta yığma tekniği ile yapılan örneklerin yerini kısa zamanda günümüzde pise adı da verilen, somun biçimli kerpiç topanlarının kullanıldığı duvarlar alır. İstenilen biçim verildikten sonra güneşte kurutulan kerpiç artık modüler bir yapı malzemesidir. Bu tür kullanımın en eski kanıtlarına Irak'ın Musul bölgesindeki Nemrik ve Tell M'lefaat yerleşmelerinde rastlanır. Anadolu'daki en eski örnekler Diyarbakır'da Çayönü yerleşmesinden bilinir. İÖ 8500 yıllarında Çayönü'de kerpiç duvarlar yığma ya da kalıp tekniği ile yapılmaktadır. Aynı yıllarda tüm Yakındoğu'da kerpiç kullanımın yaygınlaşır ve İÖ 8. binlerde yığma ve pise tekniklerinin yanı sıra dörtgen biçimli kerpiç bloklar da görülür. Bu dönemde Orta Anadolu'da ise levhalar halinde kerpiç kullanımına rastlanır. Örneğin Niğde'deki Aşıklı Höyük'te nehir yataklarındaki milli-killi topraktan kürek gibi bir aletle kesilerek çıkartılan ve olasılıkla üstündeki bitki tabakası yüzünden dağılmadan rahatça taşınabilen tuğlaya benzer kerpiç levhalar kullanılır. Bunlar uzunluğu bir metreye yakın, hemen hepsi ortalama 24 santimetre genişlikte levhalar halindedir. Yaşken üst üste yerleştirilen bu levhaların arasında kül ve yanıklı moloz karıştırılarak hazırlanan bir harç kullanılmıştır. Bu geleneğin daha sonra Çatalhöyük'te de devam ettiği bilinmektedir. Neolitik Çağ'da kerpiç kullanımı sadece duvarlar ile sınırlı değildir. Kerpiç, duvar sıvalarında, yer döşemesinde, mekân içlerindeki bölme, ambar gözü gibi öğelerin yapımında ya da dam yapımında yaygın olarak kullanılır. Kerpicin bu ilk kullanım aşamalarında bir sıra düzenin olmadığı, aynı dönem içinde farklı tekniklere rastlandığı gibi bunlara yenilerinin eklendiği ya da bazılarının terk edildiği bilinir. Nitekim değişen ihtiyaca göre kolayca şekillendirilebilen, aynı zamanda modüler özeliğe sahip bu yapı malzemesinin kullanımı da hızla değişir. Yakındoğu ve Anadolu'da MÖ 6. binyılda yaygın olarak kalıp Kerpice rastlanırken, Avrupa'da ahşap bir iskelete sahip yapıların Kerpicle kaplandığı, dolayısı ile bir dolgu malzemesi olduğu görülür. Sonraki dönemlerde Kerpicin önceden bilinen her biçim ve teknikte örneklerine rastlanır; ancak kalıp tekniğinin giderek öne çıktığı ve boyutlarda bir standarda doğru gidildiği görülür. Kerpiç artık insan için anıtsal boyutlarda yapılar inşa edebileceği bir malzemedir. Gerek ihtiyaca gerekse kontrol edilebilir işgücünün artmasına paralel olarak seri üretimi yaygınlaşır. Örneğin Mısır'da her yıl Nil Nehri'nin taşkınları ile biriken otlarla harmanlanmış çamur bir anlamda hazır kerpiçtir. Büyük usta Imotep Kerpici İÖ 2650 yılında Mısır Firavunu Djoser için Sakara'da inşa ettiği ilk piramitte kullanır. Tunç Çağı Anadolu'sunda kerpiçten inşa edilen yapıların boyutları da anıtsallaşır. Hitit başkenti Hattuşa'da olduğu gibi anıtsal sur duvarları dahi Kerpicle örülür. 65 kilometre uzunluğundaki Hattuşa surları aşılması güç bir set duvarı oluşturur, kuleleri 12 metreyi bulur. Kerpicin inanılmaz boyutlarda kullanıldığı diğer bir yer ise İran'ın güneydoğusundaki Bem kentidir. Önemli bir kısmı Safeviler (1502-1722) tarafından inşa edilen kent 6 kilometrekarelik bir alana yayılan kerpiç yapılardan oluşur. Buradaki dünyanın en büyük kerpiç kalesi 'Erg-e Bem' (Bem Kalesi) 180 bin metrekareyi kaplar. Sasani İmparatorluğu döneminde kurulan kale 1815 metre uzunluğunda, 7 metre yükseklikte surlarla çevrilidir ve surlarda 67 kule yükselir.Kerpicin kullanımı farklı işlemlerden geçerek yakın zamana kadar devam etse de günümüzde önemini yitirerek daha çok köy evlerinin yapımında kullanılan sıradan bir malzemeye dönüşür.
YAZI: DOÇ. DR. NECMİ KARUL / Atlas Mayıs 2008, sayı 182
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)